Sevgili okurlar, “tarım”dan söz edeceğiz dedik.
Bu nedenle girizgahımız sizi pek şaşırtmasın.
Türkiye ekonomisinde, üretimin payı son yıllarda hızla düşerken, hizmet sektörünün payı büyük bir yükseliş gösterdi.
Öyle ki, 2018 verilerine göre yüzde 44 civarında olan payı, hızlı bir artışla 2019 yılında toplam istihdamın yüzde 55,4’üne ulaştı.
Kimi verilere göre kayıt dışı istihdamın da göz önüne alınması halinde hizmet sektörünün toplam istihdamdaki payı yüzde 60’ı buluyor.
Yani Türkiye’de iş bulma beceresi gösteren her yüz kişinin 60’ı hizmet sektöründe çalışıyor.
Bu gelişmekte olan bir ülke için gereğinden yüksek bir oran.
EN BÜYÜK İŞSİZLİK HİZMET SEKTÖRÜNDE
Covid-19 küresel salgını sırasında ve sonrasında en fazla etkilenecek olanların büyük bölümünün ise hizmet sektörü çatısı altında toplanmış alt sektörler olduğu aşikar.
Perakende, ulaşım, turizm, özel eğitim ve öğretim, eğlence gibi alanlarda ciddi bir işgücü talebi daralması görülecek.
Bunun sonucunda da tümü emek yoğun bu sektörlerde çalışan çok geniş bir kesim, ne yazık ki, işsiz kalacak.
Peki bu olumsuz gelişme, nasıl olur da olumlu bir yöne çevrilebilir?
Bunun en kısa ve kestirme yanıtı: “Tarım”
Özal döneminde başlatılan hatalı tarım politikalarının, kesintisiz bir biçimde sürdürülmesi sonucunda 40 sene öncesinin “Tarımda kendi kendine yeterli” ender ülkelerden birisi olan Türkiye, bugün tarımda büyük oranda dışa bağımlı hale geldi.
AK Parti döneminde bu bağımlılık daha da derinleşti.
Yanlış düzenlemeler sonucu, neredeyse yerli tohum kullanmak suç haline getirilirken, hayvancılıkta destekler ithalata yönlendirilirken, üretim yapmak manasızlaştırıldı, aptallığa dönüştü.
Hatalı destekler yüzünden ürün tarladan ya da ağaçtan toplanmaya değmez bir meta haline geldi.
Bugün manavda gördüğünüz ürünlerin büyük bölümü ithal.
Tarıma dayalı sanayimiz bile ithal ürünlerle ayakta duruyor.
TÜRKİYE 5 TARIM 1 BÜYÜDÜ
Türkiye’de 1990-2008 arası GSYİH 5 kat artarken, tarımda bu artış sadece 2 kat olabilmiş.
1990 yılında 2700 dolar olan kişi başı gelir 2008 yılında 10.000 dolara ulaşırken, tarımda 1990 yılında 1010 dolar kişi başı gelir 2008 yılında 2100 dolara çıkabilmiş.
Tarımsal üretim Türkiye’nin zenginleşmesinden pay çok daha düşük pay almış. (Türkiye’de Tarımsal İşgücü Piyasası ve Sosyal Güvenlik Politikaları- F. Işın, G. Keskin, M.Kılıç, B. Türkekul, H.H.Ateş)
TARIMSAL İŞGÜCÜNÜN YAŞ SORUNU
Tüm bunlar kadar vahim olan bir başka önemli unsur ise tarımdaki işgücünün durumu.
Türkiye’de tarımdaki işgücünün yaş ortalaması 50+
Kırsal işgücündeki tarım payı azalırken, yaş ortalaması sürekli bir artış gösteriyor.
Yani gençler tarımda çalışmıyor.
Bunun yerine yukarıda saydığın hizmet sektörü kollarında istihdam arıyor.
Ancak corona ya da Covid-19 zurnanın zırt dediği yer oldu.
“Yeni normal” dediğimiz dönemde bu iş kollarında istihdamın çok hızla azalması ve bu işgücüne olan talebin de uzunca bir süre artmaması bekleniyor.
LOKANTADA DEĞİL KÖYÜNDE ÇALIŞ
Bu işgücünü istihdam edebilmenin en kolay ve en etkili yolu ise tarım.
Sonuçta yatırım gereksinimi daha düşük, ithalata dayalı bir yatırım gerektirmeyen, çok hızlı bir biçimde aktive edilebilecek yegane iş tarım ve tarıma dayalı sanayi.
Tarımsal üretimin değeri ve önemi salgın döneminde bir kez daha anlaşıldı ve bu üretime ihtiyaç var.
Yani köyünden çıkıp, Ege ve Akdeniz sahillerine ya da büyük kentlere gelerek hizmet sektöründe kalifiye olmayan işlere girerek, tecrübeye dayalı bir kalifikasyon sahibi olmayan çalışan iş gücü için en sağlam işsizlik sigortası, tarımsal üretime dönmek.
Bunun teşviki çok da zor değil ve büyük oranda iç kaynaklarla yapılabilecek bir iş.
Peki nasıl bir tarım?
Katma değeri yüksek tarımsal üretim nasıl olabilir?
Onunla ilgili önerilerimizi de yarına saklayalım.
Bir zamanlar bayramdı
Dün 27 Mayıs’mış.
Artık Marmara’da ulaşımı zor bir ada olan “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”nın açılış töreni olmasa aklımıza bile gelmeyecek bir tarih.
Oysa bizim çocukluğumuzda “Hürriyet ve Demokrasi Bayramı” idi.
Büyük törenlerle resmen kutlanırdı.
1960 darbe rejimi de her rejim gibi kendine bir bayram bulmuştu.
Bir darbe rejiminin bayramı, bir başka darbe rejimine kadar dayandı.
12 Eylül darbesi sonrası bayram olmaktan çıktı.
Böylesi konjonktürel bayramlar üzücüdür.
Haybeye kutlanırlar bir süre.
Sonra da çöp olurlar.
İlginç olan ise 27 Mayıs darbesi bir kez daha lanetlenirken, darbenin sesi ve güçlü Albay’ı Alparslan Türkeş’in Yassıada’da saygı ile anılması oldu.
Darbenin bayramı konjonktüreldi.
Ama güçlü albayı öyle olmadı.
Darbe yapılırken de, darbe lanetlenirken de gücünü korumak.
Herhalde Türkeş’ten başka kimseye nasip olmamıştır!
Kadınlar buna nasıl oy veriyor!
Bir genç kadın, sevgilisi tarafından göğsüne saplanan bıçak ile öldürülüyor.
Anası, babası, kardeşleri, dostları, sevenleri olan 23 yaşında gencecik bir kadın.
Ve adını ağzıma almayı ağzımı pisletmek olarak gördüğüm bir belediye meclis üyesi öldüreni değil de öleni pespaye bir tonda suçluyor.
Bu pis cinayeti yaşam tarzına bağlıyor ve normalleştiriyor.
Utanmadan, arlanmadan.