Polis katili 19 yaşındaki suç makinası Yunus Emre Geçti’nin 26 suç kaydına ve bu suçların ağır suçlar olmasına rağmen nasıl hâlâ serbestçe gezdiği sorusu akılları kurcalıyordu.
Belli ki, polis tarafından defalarca yakalanmış, mahkemeye çıkarılmış ve her seferinde gerekli cezaya çarptırılmadan salıverilmişti.
Çeşitli suçlardan, tam 26 kez.
Bu “cezaya çarptırılmama” öykülerinden birini anlatınca nasıl olduğunu ya da niye olduğunu belki biraz daha iyi anlayabiliriz.
Yunus Emre Geçti, birkaç yıl önce 16-17 yaşlarında iken, bir kadını alıkoymak ve darp etmek suçlarından hakim karşısına çıkarıldı.
Hakkındaki suçlama şuydu.
2021 yılı kasım ayında, Ümraniye’de bir galeride 34 yaşındaki bir kadın işkenceye uğramış ve darp edilmiş halde bulunmuştu.
Kadını bu hale getiren Geçti idi.
Kadına “Paranı verdim benimle birlikte olmak zorundasın” diye işkence etmiş, oto galeride bir odaya kilitlemiş ve rehin almıştı.
Bu arada polis çağıramasın diye kadının telefonunu da elinden alıp kırmıştı.
Daha sonra başkalarının yaptığı ihbar üzerine olay yerine gelen polis kadını kurtarmış, Yunus Emre Geçti’yi de yakalamış ve yargı karşısına çıkarmıştı.
Ancak çıkarıldığı mahkeme Yunus Emre Geçti’nin “Asıl o beni darp etti” şeklindeki savunmasını geçerli bulmuş ve savcının “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve darp” suçlarından talep ettiği 14 yıl hapis cezası istemine rağmen Geçti’nin cezalandırılmasına gerek görmemişti.
Savcılık itiraz etmiş, İstinaf yaralanma izlerinin kadının ifadesi ile uyumlu olduğuna karar vererek, yerel mahkemenin kararını bozmuştu.
Ancak aradan geçen sürede Geçti elini kolunu sallayarak geziyor, suç listesine yenilerini ekliyordu.
Mahkeme muhtemelen kadının “seks işçisi” olduğunu düşünmüş ve en ilkel zihniyetle seks işçilerine yönelik şiddeti mazur gören bir karar imza atmıştı.
27 yaşında bir kadın polis memurunu öldüren elbette Yunus Emre geçti idi ama kadın polisimizin ölümüne sebebiyet veren muhtemelen bu mantığa sahip o hakimdi.
Bir yandan Timur Soykan’ın dediği gibi artık “Mafyanın polisleri, hakimleri, savcıları vardı” ama en az onun kadar tehlikeli olan hakimlerin bu gibi önyargıları vardı.
Mafya ile ilişkiyi kırmak kabildi.
Ama önyargıları kırmak atomu parçalamaktan zordu.
Telefondaki mesajlar kimden!
Spor yorumcusu Serhat Akın’ın vurulması dahi spor camiasında sessizlikte geçiştirilmeye çalışılıyor.
Spor medyası da, polis adliye medyası da konu karşısında suskun.
Sanki korku içindeler.
Yazmamayı, konuşmamayı, haber yapmamayı tercih eder bir görüntü veriyorlar.
Bahis mafyası tarafından zaten kirletilmiş olan Türk sporu, bu sessizlikle daha da kirli hale getiriliyor.
Ancak olayın meydana geldiği gün de yazdığım gibi spor camiasında herkes Serhat Akın’ın yayın yaptığı Sports Digitale kanalının sahibinin bazı Fenerbahçeli yöneticilerle sorun yaşadığını ve hatta tehdit edildiğini biliyor, konuşuyor.
Kendisi de oldukça fanatik bir Fenerbahçeli olan Murat Zorlu’nun telefonu, olayı soruşturan ekipler tarafından incelemeye alınmış durumda.
Ve kendisine tehdit olarak algılanabilecek mesajlar gönderen kişilerin mesajları inceleniyor.
Öğrenebildiğimiz kadarı ile bunlar arasında Fenerbahçeli iki yöneticinin adları öne çıkıyor.
Bunların kamuoyunda da en çok bilinen ve tanınan yöneticiler olduğu söyleniyor.
Tehdit değilse bile, öfke dolu olarak nitelendirilebilecek mesajlardan biri “Az kaldı” şeklinde.
Bir gece geç saatte atılmış bir mesaj.
Bana sorarsanız, adı geçen iki yönetici de bu işleri yapacak ya da yaptıracak kişiler değil.
Ancak birilerinin bu işi yapıp, yöneticilere “Abi hallettik” diyerek para isteme olasılıkları çok yüksek görünüyor.
Süper Kupalı Bir Savarona hikayesi
Bana göre dünya denizlerinde dolaşmakta olan binlerce yatın en güzeli olan Savarona, bir kez daha Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na devredildi.
Bundan önce de yatı envanterine alan Deniz Kuvvetleri, emanete gerekli özeni göstermemiş, dünyalar güzeli yat soyulup soğana çevrilmiş ve sonunda da suç izlerini ortadan kaldırmak için insafsızca ateşe verilmişti.
Kahraman Sadıkoğlu olmasa, Savarona çoktan yok olup gitmiş olacak, ancak fotoğraflarına bakıyor olacaktık.
Kahraman Sadıkoğlu’nu tanır mısınız bilmem ama İstanbul’un en renkli, en eğlenceli, en çılgın insanlarından biridir.
Çalkantılı hayatı iniş çıkışlarla geçmiş ama bir o kadar da dolu ve heyecanlı yaşamıştır.
Zaman zaman başı yargı ile derde girse de biz onu deli dolu hayatıyla bilir, hatırlarız.
Boğaz sahilinde karada giden bir VW otomobilin tamponuna bağladığı kayak ipiyle denizde kayak yaparken, ABD’yi America’s Cup’ta temsil eden Stars and Stripes yatlarından biriyle Göcek’te yelken yaparken, vale kılığında New York Yacht Club’a sızarken gözümüzün önündedir.
Bugün size Savarona yatı ve Kahraman Sadıkoğlu ile ilgili eğlenceli bir hikayeyi anlatayım da hem Savarona’yı hem de bu tekneyi yok olmaktan kurtaran adamı birlikte analım.
Sene 2000.
Galatasaray futbol takımı Monaco’da Real Madrid ile Süper Kupa finalinde karşı karşıya gelecek.
Bu vesile ile Kahraman Sadıkoğlu da Savarona’yı Monaco’ya getirmiş ama ünlü Port Hercules’de 125 metrelik tekneyi bağlayacak yer olmadığı için açıkta demirlemiş, alargada duruyor.
Savarona’nın marinaya girebilmesi için içerdeki benzer boyutta en az birkaç teknenin dışarı çıkması gerek ki bu pek de mümkün görünmüyor.
Teknede Sadıkoğlu’nun yanı sıra bazıları Sadıkoğlu ile hısım olan Galatasaraylı yöneticiler de var.
Tekneyi limana bağlamak ve olası bir galibiyet sonrası teknede bir parti düzenlemek istiyorlar. Ancak olasılık yok gibi.
Ne var ki, Sadıkoğlu kolay pes eden bir adam değil.
Eline telsizi alıyor ve liman başkanına Monaco Sarayı’nın telefonunu soruyor.
Ardından telefonla sarayı arayarak kendini tanıtıyor ve Prens ile görüşmek istediğini, kendisine Galatasaray Kulübü Başkanı ile birlikte getirdikleri bir hediyeyi sunmak ve akşam Savarona’daki partiye davet etmek için Haşmetmeapları ile görüşmek istediklerini belirtiyor.
Teknedeki herkes gülüyor. Monaco Prensi Kahraman ile görüşecek. Daha neler…
Sadıkoğlu ise kendinden emin, “Görürsünüz” diyor.
Gerçekten 20 dakika sonra Prens arıyor ve Sadıkoğlu’na sarayda beklediğini söylüyor.
125 metrelik Savarona adı ve “hediye” sözcüğü kapıyı açıyor.
Hemen bir hediye aramaya başlıyorlar.
Neye ellerini atsalar tarihi, neye ellerini atsalar önemli.
O Atatürk zamanından kalma, diğeri çok pahalı, öbürü müzayededen alınmış eşsiz.
Sonunda Kahraman Sadıkoğlu tarihi değeri olmayan bir ipek halıyı gözüne kestiriyor, sardırıp paketletiyor, önce bota indiriyorlar, kıyıya çıkarıyorlar.
Önde Kahraman Sadıkoğlu ve Faruk Süren, arkada halıyı taşıyan denizciler yola koyuluyorlar.
Ancak halı hiçbir yere sığmadığı için Saray’a kadar tırmanacaklar.
Tam asansörün önüne geldiklerinde bir minibüs geliyor, halıyı ve ekibi alıyor.
Saray’dan durumu görüp, minibüs yollamışlar.
Halı, Sadıkoğlu ve yöneticiler Prens’in karşısına çıkıyor. İpek halıyı veriyor ve akşam tekneye davet ediyorlar.
Kahraman Sadıkoğlu “Limanda olmayı çok isterdik. Hepimiz için çok kolay olurdu ama ne yazık ki liman bizi almadı. Oysa sadece bir gece için yer istedik. Ne yazık ki sizi tender’la alıp, tekneye götürmek zorunda kalacağız. İnşallah akşam çok dalgalı olmaz deniz” diyor.
Prens “Olur mu öyle şey. Hemen sizi marinaya aldıralım” diyor ve talimatı veriyor.
Ekip yarım saat sonra Savarona’nın kaptan köşkünde telsizi dinliyor.
Port Hercules’ün komodoru marinadaki gemilere emirler yağdırıp, bir gece için marinadaki yerlerini terk etmelerini istiyor.
Yatlar teker teker çözülüp ayrılıyor ve Savarona’ya yer açmaya çalışıyorlar.
Bir tekne, Omega isimli yat “Ben bir yıllık paramı peşin verdim. Kıpırdayamam” diyor.
Muhtemelen Yunanlı patronun gemisi Türk teknesine yer vermek istemiyor.
Marina komodoru “Anladığım kadarı ile Monte Carlo’daki son senen bu sene olacak. Bir daha burada yer alamazsın”’ diye tehdidi savurunca o da ayrılıyor ve Savarona, kıçında dev Türk bayrağı, direğinde Galatasaray bayrağı ile Monte Carlo’ya yanaşıyor.
Bu, o günün ilk mucizesi.
İkinci mucize ise akşam gerçekleşiyor.
Galatasaray Real Madrid’i yenerek Süper Kupa’yı kaldırıyor.
Eğlencesi ise Savarona’da yapılıyor.