Aşağıda yazacaklarımı Kanal İstanbul denilen projeye açıkça karşı olan biri olarak yazdığımı bilerek okuyun lütfen. Kanal İstanbul’un yapılmasına karşıyım.
Nedenlerini sıralayayım:
- Kanal İstanbul’un derinliği 20 metre olacak. Bu derinlikteki bir kanaldan, İstanbul için tehlike yarattığı söylenen büyüklükteki tankerlerin hiçbiri geçemez. O dev tankerler yine Boğaz’dan geçecekler. Geçmek isteseler bile kanaldan geçemezler.
- Kıyı Emniyeti Müdürlüğü kanalın en az 400 metre genişlikte ve 40 metre derinlikte olmasını öneriyor. Bunun altında genişlik ve derinlik tehlikeli bulunuyor. Bu da eldeki ÇED raporunun çöpe atılıp yenisinin yapılması demek.
- Kimseyi oradan zorla geçiremeyiz. Bu yüzden de kanalın fizibilitesi yok. Yolu kısaltmadığı için geçecekler açısından mali bir avantajı da yok. Kimse rahatça geçeceği Boğaz dururken orada üste para ödeyerek geçmez. Boşa harcanmış bir para olacak.
- Anlatılanlardan anladığım burada asıl maksat yeni bir cazibe merkezi yaratıp, burada yeni bir kent oluşturmak. Gerek var mı, yer gök zaten inşaat değil mi?
- Orada Arapların veya başka bir milletin arazi almasına hiç karşı değilim. Alsınlar. Ama onların aldığı araziler değerlenip, para kazanacaklar diye bu milletin cebinden 100 küsur milyar harcanıp işe yaramayacak bir kanal yapılmasına karşıyım.
- Bu paranın yarısı ile eğitim sistemimiz ideal hale getirebilir.
- Bu para ile üreteceğimiz yerli milli elektrikli ve akıllı otomobil projesi için kent altyapılarımız yenilenebilir.
- Bu para ile istihdama yönelik yatırımlar yapılabilir.
- Bu para ile yüksek teknolojiye ve yüksek katma değere yönelik yatırımlara start verilebilir.
Kısa dönemli inşaat getirisinden başka bir şey olmayan bu proje bana sadece ve sadece “ayran ve tahtırevan” ikilemini hatırlatıyor.
Ötesini değil.
Marmara’ya vereceği iddia edilen zararlar ise cabası…
*
Hiroşima ve Nagazaki
Gelelim bilimsellik mevzuuna.
Bilimsellikten o kadar uzak bir toplumuz ki, bilimselliği bile yanlış bir biçimde ele alıyoruz.
Bu kanalın yapılabilirliği bir bilimsel mesele değildir.
Bir mühendislik meselesidir.
Bilim gerekli verileri sağlar.
Mühendisler de ona uygun proje yapanlar.
Doğru proje ve yüksek masraflarla her şeye dayanıklı bir kanal yapılabilir.
Ama bazen gerekli mühendislik o kadar yüksek maliyet getirir ki, yapmanın bir anlamı kalmaz.
Şimdiki yeni tartışma kanalın inşaatı sırasında kanalı açmak için kullanılacak patlayıcıların depremi tetiklemesi.
Bunu söyleyen bir bilim adamı ise “komedi” alanında doktorası olsa gerek.
Yer kabuğunun 35 metrelik derinliğinde patlatılacak birkaç yüz kiloluk dinamit veya TNT tipi patlayıcıların deprem tetikleme ihtimali, sıfırın bile altında.
Şu anda Trakya’da yüzlerce taş ocağında her gün onlarca böyle patlama gerçekleşiyor.
3. Havalimanı’nın inşaatı sırasında, dolgu için kullanılan taş ocaklarında bu tür belki binlerce patlama yapıldı.
Böyle bir iddiada bulunmak “Yellendiğim için kasırga koptu” demek kadar akıl dışı.
Biliyorsunuz insanlık tarihinin en büyük iki patlaması Hiroşima ve Nagazaki’de meydana geldi.
Hiroşima’ya atılan Little Boy 15 kiloton yani 15 bin ton TNT gücündeydi.
Nagazaki’ye atılan Fat Man ise 21 kiloton yani 21 bin ton TNT gücündeydi.
Ve her iki kent de ama özellikle Hiroşima deprem ülkesi Japonya’nın yaklaşık 5600 yıldır kırılmamış ve her an kırılması beklenen çok önemli bir fay hattının çok yakındaydı.
Bir depremi falan da tetiklemedi.
O nedenle bu görüş çok doğru ve çok bilimsel değil.
Benden hatırlatması.
*
Bilimsel mi siyasi mi!
Nagehan Alçı ile fikir birliği ettiğim konu neredeyse yok gibidir ama Kanal İstanbul ile ilgili olarak söylediği “Bu bilimin değil siyaset felsefesinin konusudur” cümlesini çok doğru buluyorum.
Kanal İstanbul’u yapmak istemek tamamen bir “siyaset” konusudur.
Bilimle, ilimle, irfanla falan alakası yoktur. Felsefe ile de yoktur.
Bir örnek vermek gerekirse...
Muhtemelen biliyorsunuzdur, ABD Başkanı Trump, ülkesinin de imza koyduğu “Paris İklim Değişikliği Anlaşması'na uymayacağını, buraya koyulan imzayı geri çektiğini açıkladı.
Bu anlaşma iklimin insani faktörler nedeniyle değişmesine ve küresel ısınma diye bildiğimiz etkiye karşı 176 ülkenin yaptığı bir anlaşma idi.
Bilim çok açık biçimde dünyanın ısındığını, bunun bir felaketle sonuçlanacağını, geri dönüşü olmayan noktaya yaklaştığımızı söylüyor.
Dünyayı en fazla kirleten iki ülkeden biri olan ABD ise bu anlaşmadan çekiliyor.
Bu çekilmenin bilimle alakası var mı?
Yok!
Bilim bunu onaylıyor mu?
Hayır!
Trump çekiliyor mu?
Çekiliyor.
Bu bir siyasi karardır.
Belki dünyanın sonunu daha hızlı getirecek bir karardır.
Ama Trump’ı destekleyen ABD’li sanayicilerin istediği bir karardır.
Siyasi kararlar bilimsel olmak zorunda değildir.
Sonuçları ile torunlarımız uğraşır.
*
Şimdi de Megxit
Bayılıyorum şu İngilizlere.
Dünyanın başına yüzyıllarca açtıkları dertler bitti, o işi artık Amerika'ya devrettiler, şimdi kendi başlarına dert açma yolunda ustalaşıyorlar.
Önce 4 yıl kadar önce Brexit diye bir salaklık yaptılar.
Pirincin taşını hâlâ ayıklıyorlar.
Şimdi de “Megxit”le uğraşıyorlar.
Prens Harry ve Amerikalı oyuncu eşi Meghan Markle “Kraliyet ailesinin kraliyete ilişkin görevlerinden ayrılacaklarını” açıkladılar.
Yani zaten asla gelmeyecek bir taht sırasında olmayacaklar.
Kraliyetin omuzlarına yüklediği protokol görevleriyle de uğraşmak istemiyor olmalılar ki, “Biz yokuz” dediler.
Ama bu iş de aynı "Brexit” gibi.
Yokuz demekle olmuyor.
Öğrenebildiğim kadarı ile Kraliyet ailesi mensubu oldukları için Prens Harry ve ailesi de “kişisel güvenlikleri” ile ilgili olarak sıkı kurallarla korunuyorlar.
Bunun İngiliz Maliyesi’ne yıllık yükü yaklaşık 600 bin pound imiş.
Bunun yanı sıra Hary’nin annesi tarafından oluşturulmuş 40 milyon dolarlık bir fonu var.
Ayrıca yıllık 6.8 milyon poundluk bir gayrimenkul gelirine sahip.
Bunun yanı sıra babaları Prens Charles’ın 1.5 milyar poundu bulduğu söylenen şahsi mal varlığında da hak sahibi.
Üstüne bir de yüzbaşı maaşı var.
O da yıllık 40 bin pound civarında.
Kraliyet ailesinin 88 milyar doları aşan varlıkları da ayrı bir mesele.
Harry’nin buradan bir payı olmayacağı söyleniyor.
Şurası net ki, bir geçim sıkıntısı içinde olmayacaklar.