Futbol takımlarında üçer beşer Covid-19 vakaları çıkmasına, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Sorumluluk bizde değil, Futbol Federasyonu’nda” demesine, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun “Tek bir takımda bir malzemeci dahi Covid-19’a yakalansa o takımı komple karantinaya alırız ve ligler oynanamaz” diye aklıselime davet etmesine, futbolcuların ve aklı başında teknik adamların “Sporcu sağlığını hiçe sayamazsınız” uyarısına rağmen Türkiye Futbol Federasyonu ligleri niye başlatmaya çalışıyor biliyor musunuz?
Bilmiyorsanız söyleyeyim, çünkü Futbol Federasyonu parasal olarak batık vaziyette ve bu yüzden hem bahis şirketi Şans Girişim’in hem de yayın şirketi Bein Sports’un şantajına açık halde.
Ve bu iki şirket liglerin başlamasını istiyor.
Daha doğrusu bir anlamda emrediyor.
Federasyon içinden bana ulaşan bilgilere göre, İddaa oyunun ana organizatörü Şans Girişim, TFF’ye bir mektup göndererek 34 milyon TL’lik ödemesini yapmayacağını çünkü liglerin oynatılmadığını, Federasyon’un bu parayı istiyorsa bir an önce alt ligler dahil tüm karşılaşmaların başlatılması gerektiğini bildirmiş. Yetmezmiş gibi bir de Bein Sports 125 milyon TL’lik vadesi gelmiş ödemeyi yapmayacağını ve bu miktarın ancak yüzde 35’ini ödeyebileceğini belirtmiş. TFF ise “Bari yüzde 40’ını ödeyin” diyerek pazarlığa başlamış ve yüzde 40 karşılığında liglerin başlatılması garantisini vermiş.
Son ihalede Federasyon payı yüzde 12’den yüzde 4’e düşürülen, Digitürk’e kaybedilen davadan ötürü zaten kulüplere yapmış olduğu ödemeyi kasasından karşılamak zorunda kalan ve bu yüzden de 300 kişilik kadronun süper şişirilmiş maaşlarını ödeyemeyecek hale gelen Federasyon’un ligleri başlatmak dışında bir seçeneği yok.
Zaten Federasyon, İddaa ilişkileri öylesine girift, öylesine laçka ki, tersini yapmak mümkün değil.
Yıldırım Demirören dönemi Federasyon asbaşkanı olan Cengiz Zülfikaroğlu şimdi İddaa’nın başında.
Digitürk eski genel müdürü şimdi TFF Genel Sekreteri.
Bunun üzerine bir de Federasyon’un en güçlü adamı Mehmet Baykan’ın “Spor Genel Müdürü” olduğunu da üst üste koyunca sporcu sağlığı falan hiçbir anlam ifade etmiyor.
TÜBA değil Bilim Akademisi
Dün Bilim Akademisi’nin Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 aşısı ve ilacı üretme çalışmaları yapan bilim kişi ve kurumlarının bakanlıktan izin alması gerektiği yolundaki genelgesine gösterdiği haklı tepkiyi yazdım.
Ancak galiba bir hata yaptım.
Türkiye Bilim Akademisi dedim.
Aslında Bilim Akademisi demem lazımdı.
Çünkü Bilim Akademisi’ni yıllar önce kurulan TÜBA ile karıştırmamak lazım.
TÜBA Türkiye Bilimler Akademisi.
Bilim Akademisi ise TÜBA’da yapılan değişiklik nedeniyle oradan ayrılan bilim insanları tarafından kurulan bir “Bağımsız” Akademi.
TÜBA üyelerinin resmi kurumlar tarafından tayin edilmesini sağlayan yasal değişiklikten sonra TÜBA kurucusu 82 asli üyeden 52’si TÜBA’dan ayrılarak Bilim Akademisi’ni kurdular.
Artık bir kamu organizasyonu haline gelerek akademik özgürlüğünü kaybeden TÜBA ile Bilim Akademisi’nin hiçbir bağlantısı yok.
Özdil ve imar barışı
Bazı okurlar sorup duruyor, “Niye Yılmaz Özdil’in kaçak villası hakkında bir şey yazmıyorsun” diye.
Konuyu anlamadım da ondan.
Kim haklı kim haksız çok emin değilim.
Muhtemelen iki tarafın da haksız olduğu yönler var gibime geliyor.
Ancak elimde güvenilir bir bilgi, belge yok.
Ancak yine de garipsediğim bir durum var.
Bir gazeteci, hele hele dürüstlük iddiasındaki bir gazeteci bana göre İmar Barışı gibi başından sonuna rezalet bir yasaya sığınıp, bu yasadan faydalanmak için başvurmamalıdır.
Bazı duruşlar, bazı yasal haklardan yararlanmamayı getirir.
Çünkü bazen yasal olan şey ahlaki olmayabilir!
İşgüzarlıktı zaten
Ankara Barosu’nun eşcinsellere yönelik açıklamaları nedeniyle Diyanet İşleri Başkanı hakkındaki suç duyurusunda savcılığın kararı belli oldu.
Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerinde suç unsuru bulunmadı, İslamiyet’in emirlerini aktardığı ve bunun da suç olmadığı kanaatine vardı savcılık.
Ben de aynı kanaatteyim.
Daha önce yazdım, tüm dinlerde, din adamları, dini kurumların başındaki kişiler eşcinsellere yönelik böyle söylemlerde bulunurlar.
Şaşırtıcı değildir.
Çocuklara yönelik taciz olayları ayyuka çıkan Katolik Kilisesi’nde de bu söylem hep ön plandadır.
Bu nedenle Ankara Barosu’nun yaptığı işgüzarlıktı.
Beş dakika delikanlı olun söyleyin, ben söylesem ne yapardınız!
RTÜK’e bayılıyorum.
Bir televizyon kanalında insanların tehdit edilmesini, iç savaş çığırtkanlığı yapılmasını, bir kadının çıkıp ölüm listelerinin hazırladığını, komşularını öldürmek istediğini söylemesini çok normal bulmuş.