Sağa sola bakınca sanki corona meselesi kapandı gibi bir algıya kapılıyorum.
Dün sokaklar gayet kalabalık, virüsün başkenti İstanbul’da sanki sıradan normal zamanlarmış gibi sıkışan trafik.
En geç 11 Mayıs’ta “Açılın emri” almış AVM’ler, tıklım tıkış aradaki sosyal mesafe “Göt göte” seviyesine inmiş pazar yerleri.
Buna mukabil bakmayıp, aklı ve bilimi dinleyince “Şu anda en tehlikeli noktadayız. Evet düşüş başladı. Kontrol altına aldık, çok başarılı mücadele ediyoruz ama bu önlemleri en az bir ay daha sürdürmeliyiz. Eğer önlemleri erken yumuşatırsak ilkinden daha güçlü bir ikinci dalga ile yazı da kaybederiz” diye yırtınan Bilim Kurulu üyeleri.
Evet herkes normalleşmek istiyor.
Herkes bir an önce rutinine mümkün olabildiğince dönme derdinde.
Ekonominin çarkları dönmek zorunda. Bunu olabildiğince erkene çekmek istemek normal.
Ama burada önemli olan kelime “olabildiğince”.
O olabildiğinceye karar verecek olan ise bilim.
Bilim derken kastım “tıp bilimi”.
Kimse çıkıp da “Ben de ekonomi doktoruyum” demesin.
Ya da “Ben iki dönem milletvekilliği, üç dönem bakanlık yaptım üstelik de siyaset bilimi okudum” da demesin.
Önlemleri erken almanın biz konforunu, yönetenler ise keyfini yaşıyor
Önlemleri erken kaldırarak bir çuval inciri berbat etmenin alemi yok.
O yüzden siz siz olun, corona ile başarılı mücadelenin keyfini biraz daha sürmek istiyorsanız, evleri erken boşaltmayın.
Tüm uzmanlar bunun bir sorun olduğunu söyleyecektir size.
Sahilde mi yayılıyor!
Bu işin mantığını anlamak mı önemli yoksa otorite gösterisi mi?
Ben çözemedim.
Buyrun siz çözün.
Dün Boğaz’da bir kadın tek başına yürüyor.
Yanında, önünde arkasında hiç kimse yok.
Sadece üzerinde bir tayt ve mont, elinde bir su şişesi var.
Görevli emniyet mensupları durduruyor ve “Spor yapıyorsunuz. Sahillerde yürümek yasak” diye kadına 3 bin 100 TL ceza kesiyorlar.
Kadının itirazları sonuç vermiyor.
Oradan kuş uçuşu bir 10-12 kilometre gidiyorsunuz ve Gaziosmanpaşa pazarına varıyorsunuz.
Binlerce insan.
Aralarında sosyal falan değil hiç mesafe yok.
Yukarıdaki yazıda da söylediğim gibi birbirlerine sürtünerek alışveriş yapıyorlar.
Ne ceza kesen var ne uyaran.
Peki bir süre önce açıklanan ve benim hafta sonları iyi havalarda sahillerde oluşan kalabalığı önleme amaçlı olduğunu düşündüğüm yasak hastalığın yayılmasını engellemek maksatlı değil mi?
Maksat bu ise Bayrampaşa Pazarı’nda değil de sadece sahilde mi yayılıyor bu virüs?
Amacı değil, yeri önemseyen böyle saçma sapan bir şey olur mu?
Mesele organizasyon
Siyasetten yavaş yavaş normale geçeceğiz cümlelerini duymaya başladık.
Ama hâlâ ortalıkta maske yok.
Satılmayan maskelere vatandaşlar ulaşamıyor.
Mesela bizim evde sadece bana “Maskenizi eczaneden alabilirsiniz” mesajı geldi.
Yasak gelmeden almış olduğumuz bir kutu ve bana işyerine gidip gelebileyim diye Habertürk’ün verdiği bir kutu maske olmasa elimizde sadece sağ olsun devlet babanın verdiği 5 adet maske olacak.
O da enim işe gidip gelirken 2 günde tüketeceğim miktar zaten.
Duyduğum her ailede durum bu.
Eczanelerde durum ise daha facia.
Telefonunuza gelen mesajdaki kod ile eczaneye gidiyorsunuz.
Yüzde 90 ihtimalle kodunuz ile vatandaşlık numaranız eşleşmiyor.
Eczaneler başka yöntemlerle sorunu çözüyor ama vakit alıyor.
Bu arada eczanelerde maske kuyrukları, tartışan vatandaşlar, normal işini yapamayan ve risk altındaki durumu daha da riskli hale gelen eczacılar.
Hep söylediğim gibi.
“Fiyatlar artmasın. Devlet bedava verecek” demek iyi niyet.
Ama bunu organize edip yapabilmek beceri ve organizasyon.
Biz de birincisi var belki ama ikincisi epey zayıf.
Humbold
Pek çok şeyi “fıtrattan” gören dinlerin eşcinselliği “hastalık ve sapkınlık” gören tavrı evrenseldir dediğim gibi.
Ama bu eşcinsellerin çok da önemli işler yapmasını engellememiştir.
Binlerce örnek var elbette ama bir Alman hazinesi sayılabilecek bilim adamı Alexander von Humbold da bir eşcinseldi.
Hayatı boyunca kadınlara ilgi duymadı.
Ama kadınlara karşı bu ilgisizliği onun büyük bir bilim adamı, büyük bir hümanist, modern üniversitenin kurucusu olma özelliklerini ortadan kaldırmamıştır.
Saygınlığına leke düşürmemiştir.
Döneminin Avrupa’sında Napolyon Bonaparte’dan sonraki en ünlü kişisi olmasını engellememiştir.
Maden işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için verdiği mücadele, köleliğe karşı duruşundaki tavır, genç bilim insanlarının önünü açmadaki gayretini ortadan kaldırmamıştır.
Özel hayatı tutucu çevrelerin her zaman hedefinde olmuş, yazışmalarının açığa çıkması ile kitlesinin hedefi haline gelmiştir doğru.
Ama bu Humbold’un Alman bilimini ve sanatını Goethe ile birlikte temsil etmesinin önüne geçememiştir.
Bugün onun adını taşıyan onlarca bitki ve hayvan, onlarca coğrafi konum ve bir o kadar da kent ve kasaba vardır.
Ve o kasabalardan hepsinde bir de kilise.
Haklısınız ama vergisini de almayın o zaman
Diyanet İşleri Başkanı’nın eşcinsellik ile ilgili sözleri kimseyi şaşırtmadı bence.
Eşcinsellerin de bu sözlerden alındığını zannetmiyorum.
Çünkü dünyanın her yerinde “din adamlarından” beklenen davranış modeli budur.
Sıradan bir papa da, papaz da, genel olarak kilise de benzer söylemler içindedir.
Eşcinselliğin de pedofilinin de kiliselerde dibine kadar yaşanıyor olması papayı da kiliseleri de bu söylemden uzak tutmaz.
“Ulan bunun ağa babası kiliselerde üstelik de zorla” demez hiçbir piskopos.
O yüzden din kurumlarının başındaki kişilerin böyle söylemleri çok önemsenmez.
Lafın gereğidir o.
Türkiye’de da buna şaşırmamak lazım.
Ancak şunu da unutmamak lazım ki, kiliseler devletin bütçesinden para almazlar.