Diyarbakırlı küçük Narin’in ölümündeki sır perdesi kalkmıyor.
Gözaltında 23 kişi var, amca tutuklu, diğerleri sorguda.
Bir tanık “Amcası bana cesedi ortadan kaldırmam için 200 bin TL vereceğini söyledi. Cesedi otomobilinin ön koltuğundan alıp battaniyeye sarılı olarak bana verdi. Sonra birlikte çuvala koyduk. Ben de çuvalı dereye bırakıp üzerine 20 kilo taş koydum” diye bir ifade verdi.
Açıkçası bu ifade ne kadar inandırıcı bilemedim.
Organize bir cinayeti, farklı bir biçimde, muhtemelen aileye en az zarar verecek şekilde sonuçlandırmak için yapılmış bir kurgu olması hiç şaşırtıcı olmaz.
Amcanın ortaya çıkan ifadesi de tutarsızlıklarla dolu.
Ama hiçbirimiz kriminolog değiliz, emniyetçi değiliz.
Belki de bu aşamada en iyisi olayı sessizce izlemek, işi bilenlerin işini yapmasını ve sonuçlandırmasını beklemek.
Yani birkaç gün sabır.
Sonra yeniden konuşuruz.
Ben başından beri “Bu tür cinayetlerde çocuklar ya görmemeleri gereken bir şeye tanık oldukları ya da maruz kalmamaları gereken bir şeye maruz kaldıkları için öldürülürler” dedim.
Benim ve elbette ki pek çok uzmanın olasılık olarak düşündüğümüz bir şeyi, bir televizyon programcısı “gerçekmiş” gibi söyledi.
“Amca anne ile ilişkideydi. Çocuk gördüğü için amca tarafından öldürüldü.”
Ortada resmî bir açıklama, netleşmiş bir ifade ve bulgu olmadan bunları söylemek çok tehlikelidir.
Bu söylemin sonucu, bir cinayet silsilesi olabilir, hele hele Güneydoğu Anadolu’da.
Böyle bir iddiayı, delilsiz, kanıtsız ortaya atmak o köyün ortasına bir el bombası bırakmak gibidir.
Zaten Addams Family’nin Güneydoğu’ya uyarlanmışı gibi bir aile, belli ki garip ve sürekli olayların içinde bir köy.
Üzerine bir de bu iddia.
Felaket olabilir.
Bence bu söylentilerle uğraşmak ve soruşturmayı çorbaya çevirmek yerine Galip Ensarioğlu’na odaklanmalıyız.
AKP milletvekili, Diyarbakır’ın güçlü ve önemli ismi belli ki bu cinayetle ilgili epey bir bilgi sahibi.
Bilgiyi saklıyor ama bilgi sahibi olduğunu saklama gereği de duymuyor.
Ve ifadesine başvurulan onlarca kişi arasında hâlâ adı yok.
Acaba bir savcı da çıkıp “Galip Bey, anlaşılan olayla ilgili bilgi sahibisiniz. Bir ifadenizi alabilir miyiz” demiyor, diyemiyor.
Belli ki, yargı iktidarın gölgesinden bile korkuyor.
AKP’li iseniz, bir cinayet ile ilgili bırakın sanık olmayı, tanık bile olmanıza adaletin gönlü razı gelmiyor!
Başkan Özbek suçluları koruyor, ihbar edenleri suçluyor
Yargıdan ve savcıdan bahsetmişken, unutmadan yazayım.
Biliyorsunuz, Galatasaray Spor Kulübü’nde bir karaborsa skandalı yaşanıyor ve bu skandalın parçaları arasında bazı yönetim kurulu üyelerinin de yer aldığı iddiaları epeydir ortalıkta.
Gizli bilgi değil, yeni bilgi değil.
Ben aylar önce Başkan Özbek’e bu iddiaları aktarıp, bir soruşturma yapması gerektiğini söylemiştim, o da yapacağını söylemişti.
Ancak Başkan bir araştırma, soruşturma yapmadı ve sonunda konu önce birileri tarafından yargıya ihbar edildi, sonra Divan Kurulu’nda kıdemli üye Hayrettin Kozak tarafından dile getirildi.
Sonra da ben hem anlattım, hem yazdım.
Sonra olay büyüdü.
Paniğe kapılan yönetim “Karaborsa yolsuzluğu var mı?” diye araştırmak yerine “Bizimle ilgili açılmış bir soruşturma var mı?” diye savcılığa başvurdu.
Ben de Divan’da yaptığım konuşmada “Saçma sapan başvurular yapmayın. Şimdi bir uyuşturucu kaçakçısı savcıya gidip ‘Benim hakkımda soruşturma yapıyor musunuz’ diye sorsa savcılık ona ‘Evet yapıyoruz. Varsa delilleri karart’ der mi?” diye dalga geçtim.
Aynı Divan toplantısında Başkan Özbek de “Biz suç duyurusunda bulunduk ve araştırma istedik” dedi.
Herkes de Başkan’ın karaborsa yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunduğunu zannetti.
Ancak durum hiç de öyle değilmiş.
Başkan’ın suç duyurusu bu iddiaları gündeme getirip, araştırılmasını isteyenlere yönelik.
Başkan Özbek, savcılığa verdiği dilekçede ve ıslak imzalı ifadesinde karaborsa iddialarını “asılsız” olarak nitelendiriyor ve bu iddiaları ortaya atanların Galatasaray’a zarar verdiğini öne sürüyor ve cezalandırılmalarını istiyor.
Savcılığı “asılsız iddialar” diyerek yönlendiriyor, karaborsacılık olmadığı konusunda neredeyse “kefil” oluyor.
Yani durum Başkan’ın Galatasaray Divanı’na ve Galatasaray kamuoyuna söylediğinden çok farklı.
Ortada suç varsa aydınlatılmasını isteyen bir Başkan değil, suç falan yok siz bizi suçlayanları araştırın diyen bir Başkan var.
Açıkçası ben doğru olmayan şeyleri bu kadar rahatça doğru gibi anlatan birinden çok korkarım.
Hele hele böyle bir ifade ile suçu ve suçluyu koruyandan ve hatta suç ortağı damgası yemeyi bile göze alandan daha çok korkarım.
Küçük ev aleti
Mutfakta bir şeyler yapmaya çalışan herkesin yardımcısıdır küçük ev aletleri.
Boyları küçüktür, fiyatları ucuzdur ama işe yararlar.
Gerektiği anda dolaptan çıkarır fişe takarsın, işini görürsün.
Özellikle mikserleri çok pratiktir.
Hamur karıştırır, yumurta çırpar, püre yapar, sebze çorbalarını, mercimek çorbalarını hazırlar, kıvamlı hale getirir.
İşi bitince hemen yıkar, dolaba tekrar koyarsın.
Bazı gazeteciler bana bu küçük el aletlerini hatırlatır.
Siyasetçilerin kullandığı tipini.
Mesela Abdülkadir Selvi bunlardan biridir.
Bugünlerde hiç dolaba kaldırılmıyor.
Sürekli elde.
Mikser olarak CHP ile ilgili ha babam de babam karıştırmaya çalışıyor.
Zannedersin bütün CHP dostu ve partiden her bilgi ona akıyor.
Bir gün Genel Başkan Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’nu karşılıklı çırpıyor.
Baktı oradan lezzetli bir şey çıkmıyor.
Dönüp İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ı karıştırmaya çalışıyor.
O da yeterince lezzetli olmazsa en sevdiği malzemeye dönüyor, Kılıçdaroğlu’nu hamura katıyor.
O malzemeden yıllarca cacık bile olmadığını bilmediğimizi zannederek, soğuk çorba yaptım diyerek yutturmaya çalışıyor.
Ancak etkisi sıfır.
Sözde mikser ama karıştıramıyor bile.
Belli ki, artık bozulmuş.
AKP’nin voltajı düştükçe mikserlerinin karıştırma kapasitesi de düşüyor.
Ve her küçük ev aletinin sonu onu da bekliyor.
Dediğim gibi ucuzdur.
O yüzden de işe yaramaz hale gelince genelde kimse tamiri ile falan uğraşmaz.
Hemen çöpe atarlar ve yenisini alırlar.
Zannederim Selvi ve diğer “küçük” ev aletlerini böyle bir son bekliyor.