Ah Ahmet Bey ah, bir zamanlar arkanızda “Sayın Hocam, Sayın Hocam” diye koşuşturanların şimdilerde size çakma yarışına girdiği günlerde ben de sanki onlarla birlikte hareket ediyormuş, size çakmak için fırsat kolluyormuş gibi görünmek istemem ama çok rica ediyorum Ahmet Bey, siz de ne olur başkaları gibi bizim aklımızla, en azından benimki ile dalga geçer gibi açıklamalar yapmayın.
Yemin ediyorum ki, aklımla alay edilmesi kadar, aptal yerine koyulmak kadar sinirlendiren hatta çileden çıkaran başka bir şey yok.
Muhtemeldir ki, siz geleneksel olarak böyle bir tavıra tepki gösterilmeyen bir yerlerden geliyor olabilirsiniz ama ben o geleneğe mensup değilim.
O yüzden kusura bakmayın.
Ahmet Bey, Sayın Başbakan, Sayın Davutoğlu, yaptığınız konuşmaları, verdiğiniz röportajları okuyorum.
Son olarak düşürülen ve başımıza hayli iş açan Rus uçağı ile ilgili demişsiniz ki, “Konjonktürel olarak bir uçak düşürülme krizi yaşadık. O krizin tırmanmasının temel sorumlusu, o sabah bizim talimatlarımıza rağmen Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamadır. ‘Rus uçağını biz düşürdük’ açıklaması. Rusya ile gizli diplomasi yapma şansımız varken, o şansı yok eden o açıklamadır.”
Yapmayın Ahmet Bey, ben o günleri çok iyi hatırlıyorum ve hatırladıklarımı yazma cesaretim de var çok şükür.
Rus uçağı düşürüldükten sonra açıklama yapan Rusya, sizin de sözünü ettiğiniz “gizli diplomasiye” izin verecek bir tonda “Uçağımızın nasıl düşürüldüğünü araştırıyoruz” türünden alt tondan bir açıklama yaptı. Belli ki, gerginliği tırmandırmadan bir çözüm istiyorlardı.
Ancak Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde “Rus uçağını düşürdük” açıklaması yer aldı.
Biz “Herhalde bu kaldırılır ve iş büyümeden çözülür” diye umarken siz “Uçağın vurulması emrini ben verdim” diye ortaya atladınız.
Sonrasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sınır ihlali oldu. Angajman kuralları gereği düşürdük. Yine olursa yine düşürürüz” dedi.
Ve o sırada tüm hükümet yanlısı medya sizi ve Cumhurbaşkanı’nı alkışlıyor, Suriye’nin düşürdüğü F4 uçağımızın intikamının alındığını haykırıyordu.
Yani hep birlikte gayet mutlu, gayet kahramandınız!
Hiç kimse “Bu işin nasıl gerçekleştiğini araştırıyoruz” falan demedi.
O yüzden aklımızla, en azından benimki ile dalga geçmeyin.
Üzülürüm.
Ortadoğu’da epey üzüntü yarattınız Ahmet Beyciğim.
Bir de beni üzmeyin! :))
*
Maksat büyük kulüpleri bankaların ele geçirmesi mi!
Fenerbahçe’nin “sözde” yapılandırmaya karşı çıkması ve bu yüzden de cezalandırılması konusundaki itirazlarında haklı olduğunu söyledim, oradan devam edelim.
Türk futbolunda kulüplerin ağır borç yükü altında kalmalarından ötürü, Türk futbolunu kulüpleri kurtararak kurtarma planı başlangıçta makul bir plandı.
Hüsnü Güreli’nin hazırladığı plana göre, Süper Lig kulüpleri İngiltere Premiere League örneğinde olduğu gibi bir şirket çatısı altında toplanacak, kamu bu şirkete bir kaynak aktaracak, bu kaynak ile kulüpler borçlarını ödeyecek ve bankaların faiz kıskacından kurtulacak, sonrasında da ciddi bir mali denetim gelecekti.
Plan bu idi ve mantıklı idi.
Ancak Türkiye’de her şeyde olduğu gibi burada da doğru bir plana birileri çomak soktu.
İyi niyetle düşünürsek kamuoyu baskısından korkuldu, kötü niyetli düşünürsek kulüplerin ekonomik olarak bağımsız hale gelmesi istenmedi ve planın yarısı uygulamaya alınırken diğer yarısı çöpe atıldı.
Kaynak aktarılmadı, kulüpler zaten borçlu oldukları bankalarla daha yüksek faizle yeniden yapılandırmaya zorlandı. Böylece kulüpler üzerine “tahakküm” getirilmek istendi.
Bir anlamda dört ayaklı bir asma köprü yerine 2.5 ayaklı bir asma köprü yapıldı ve kulüpler bu köprünün üzerine çıkarıldı. Bir buçuk ayak kamu bankaları sistemi tutuyor ve bıraktığı anda köprü üzerindekilerle birlikte çöker.
Siyasetin tahakkümü altındaki yetkisiz ve beceriksiz federasyonlar ve başkanları buna itiraz edemediler.
Ve şimdi kulüpler, bankalar konsorsiyumu ile anlaşmaya zorlanıyor.
2 yılı ödemesiz yeniden yapılandırma anlaşmaları ile.
2 yıl sonra ödeme günü geldiğinde asla ödenemeyecek bir borç.
Ve anında bu kulüpler bankaların eline geçecek.
Siyasetin tahakkümü altına alınacak.
Yönetimleri artık kulüpler değil, bankalar belirleyecek.
Böyle bir durumda borçsuz harçsız küçük kulüplerin öne geçmesini engellemek için de bu kulüplere de başka kısıtlamalar hayata geçirildi.
Kulüpler güçlü sermaye yapısına sahip olmaya, borçsuz olmaya özendirilmedi, tam aksine borçlu ol ve borçlu kal prensibi hayata geçirildi.
Oysa yapılması gereken çok açıktı.
Kulüplere güçlü sermaye yapısı şartı getirilmeli, SPK kurulları uygulanmalıydı.
Ve kulüpler yasası ile yeniden yapılandırma birlikte hayata geçirilmeli idi.
Bunun yapılmamış olmasının yani sermaye güçlendirilmesi değil, bankalara borç özendirilmesinin tek bir nedeni var.
Kulüpleri kontrol altına almak ve yönetimlerini bankaların ele geçirmesini sağlamak. Bakalım başaracaklar mı?
Yoksa bilinçli taraftarlar ve yönetimler bunu engelleyebilecek mi!
*
Vikipedi gerçekten rezalet
Murat Bardakçı Wikipedia’ya erişim yasağının kalkmasına menfi yaklaşmış.
Diyor ki, “İngilizce Wikipedia fena değil ama Türkçe Vikipedi rezalet”.
Katılırım.
Vikipedi gerçekten bir facia.
Tam Türk işi.
Yalan dolan eksik gedik.
Wikipedia ne kadar zengin ise bu o kadar fakir.
Yanlışlar her ikisinde de var ama Vikipedi özensizlik, ilgisizlik üzerine inşa edilmiş.
Ama burada doğru olan kapatılmasını ya da yasaklı kalmasını istemek değil, düzeltilmesini talep etmek.
Güvenilir bir kaynak haline gelmesi için çaba göstermek ve bunu talep etmek.
*
Anlamlı
Geçen hafta iki erkeğin kadınlarla ilgili cümleleri ilgimi çekti.
Bunlardan ilki Selami Şahin’in oğlu Lider Şahin.
Genç Şahin, ünlü bir model olan sevgilisinin sosyal medya paylaşımlarına kızıp kızmadığı ile ilgili bir soruya “Didem'in paylaşımlarını yorumlamak bana düşmez, kendi iletişimi. Bunları konuşmuyoruz, kısıtlama falan asla. Didem'le ne aile işini konuşuruz ne de bu konuları.”
Lider Şahin’in yanıtına bayıldım.
Kendine güvenen, hayatla barışık bir insanın vereceği yanıt.
10 numara.
Diğeri ise Ekrem İmamoğlu’nun sözleri.
Eşi Dilek İmamoğlu’nun gittiği bir tiyatro oyunuyla ilgili eleştirileri Ekrem Bey, “Benim eşim, iyi eğitim almış, üniversite bitirmiş, master’ı olan, doktorası olan bir Türk kadını. Benim eşim, nereye gideceğini bilir. Türkiye’yi yorumlayan, dünyayı yorumlayabilen ve ona göre nereye gideceğini bilen Türk kadını.”
Aslına bakarsanız bu da ilki gibi “olumlu” bir yanıt gibi görünmekle beraber beni rahatsız eden bir tonu var.
“İyi eğitim almış, üniversite bitirmiş, master’ı olan, doktorası olan” vurgusu bence gereksiz.
Burada sanki master’ı ve doktorası olmayan kadınlara karışabiliriz gibi bir anlam çıkmasından korkarım.