Kanal İstanbul tartışılırken ben de biraz “kanal tarihi”ne gideyim dedim.
Çünkü ecdadımız Osmanlı da, sürekli bir kanal arayışında olmuş.
Yani “kanalcılık” bizim genlerimizde var.
Sokollu’nun Hazar’ı Volga ve Don nehirleri ile birleştirerek bir kanalla Karadeniz’e bağlama projesini hemen hepiniz duymuşsunuzdur muhtemelen.
Türk’ün ya da Osmanlı’nın kanal arzusu bununla da sınırlı değildi.
Süveyş Kanalı da aslında bir Osmanlı projesidir.
Hatta Süveyş Kanalı’nın girişine koyulmak üzere Fransa’ya ısmarlanan dev bakır heykel, şimdi New York’a denizden gelenleri selamlayan Özgürlük Heykeli’nden başkası değildir.
Bunun yanı sıra ecdadımız Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak bir başka kanalı da projelendirmiş hatta yapımına bile başlamıştır.
Ancak en muhteşem ecdadımız “rant” diye bir şeyden haberdar olmadıkları için ve delmeleri gereken Montreux gibi bir anlaşmayı aklına bile getirmediği için Kanal’ı “Payitaht İstanbul’un” dibine değil, başka bir yere, Adapazarı ile İzmit Körfezi arasına yapmayı planlamışlar.
Şaka yapmıyorum.
Kanal İstanbul denilen “Karadeniz’i Marmara’ya bağlama” projesi aslında bir Osmanlı projesidir ve Kanal İstanbul değil, Kanal İzmit’tir.
Karadeniz’i yapay bir kanalla Marmara Denizi ile birleştirme fikri ilk olarak Romalıların aklına gelmiş.
Milattan sonra 100. yüzyılda Pitinya Eyaleti Valisi Plinius, Roma İmparatoru Traianus’a İzmit Körfezi’ni Sapanca Gölü ve Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz’le birleştirme teklifinde bulunmuş ve bunun için destek istemiş.
Bu konuda epey mektuplaşmışlar.
Bu proje daha sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir kez daha gündeme gelmiş.
1570 yılında Sokollu Mehmet Paşa, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü’nü birleştirip, oradan İzmit Körfezi’ne bağlamak için kazıları başlamış.
Hatta 15 kilometrelik bir kazı yapılmış bile. Fakat daha sonra savaşlar ve ekonomideki bozulma nedeniyle proje yarım kalmış.
20 sene sonra, 1591 yılında bu kez 3. Murat 30 bin işçi ile kazılara yeniden başlanması talimatını verip bu işle Sokolluzade Hasan Paşa’yı görevlendirmiş. Yine iş başlatılamamış.
1654 yılında Sultan 4. Mehmet bir kez daha denemiş. Hindioğlu adlı bir mühendisi bu işin olup olamayacağını araştırması için bölgeye yollamış. Çok zahmetli ve çevredeki mülklere zararlı olduğunu söyleyen Hindioğlu’na kulak veren Sultan kazıdan vazgeçmiş.
1759 yılında, 3. Mustafa döneminde İzmit Kanalı bir kez daha gündeme gelmiş ancak maliyet nedeniyle işe girişilmemiş.
1813 yılında Kocaeli ve Bursa mutasarrıfı Ahmet Aziz Paşa 2. Mahmut’tan bu proje ile ilgili bölgenin tetkiki için mühendisler istemiş. Bundan da sonuç çıkmamış.
Sultan Abdülmecit döneminde 1845 ve 1857 yıllarında iki kez hayata geçirilmesi kararı alınmış ancak bir ilerleme sağlanamamış.
Son olarak 1863 yılında Sultan Abdülaziz Riter ve Hayri Bey adlı iki mühendisi bu işi incelemekle görevlendirmiş.
Yine vazgeçilmiş.
Sözün özü şu.
Eğer Karadeniz ile Marmara’yı birleştirmeye gerçekten gerek var ise 2000 yıldır bunun nereden olması gerektiği belli.
Yok eğer mesele rantsa.
Onun nereden olması gerektiği de belli oluyor!
*
Nerede bu ilaçlar
Geçtiğimiz günlerde annem göz ameliyatı oldu.
Doktoru ameliyat sonrası kullanılmak üzere birkaç ilaç yazdı.
Eczaneye gittim.
Çoğu yok.
Muadili?
Onlar da yok.
Doktoruna söyledik. Başka bir şeyler yazdı idare ettik.
Önceki gün bir arkadaşımın epilepsi olan oğlu için doktoru bazı ilaçlar yazmış.
Aramış bulamamış.
“Çok iyi bir eczacı arkadaşım var. Ver bir de ben bakayım” dedim.
Aldım reçeteyi gittim eczaneye.
Arkadaşım aldı ve güldü: “Bu ilaçları bulursan bana da getir” dedi.
Yokmuş.
Hem de uzunca bir süredir.
“Bunlar sadece çocuk epilepsisi için değil, tüm sara hastaları için. Ve hiçbiri artık gelmiyor” dedi.
Sonra da artık Türkiye’de asla bulunmayan ilaçların hangileri olduğunu anlattı.
Bir umut, nöroloji profesörü bir arkadaşıma mesaj attım “Şu iki ilacı bulsana bana” diye.
Ağlayan emoji ile yanıt geldi. “Hastalara ne diyeceğimizi bilemiyoruz ama Vigabatrin, Okskarbazepin, Valproat, Valproik asit, Karbamazepin, Tetrakozit(Synactene) gibi ilaçlar artık yok bu ülkede. Hastalarımıza ne haliniz varsa görün diyorlar” diye bir yanıt geldi.
Son umut bir şehir hastanesine gideceğim.
Koskoca hastanede herhalde bu ilaçlar vardır!
*
Demirtaş aynı, sen değilsin
Hürriyet yazarı arkadaşımız, CHP ve İmamoğlu’nu “terör bağlantılı” göstermek için ince ince “dostane” yorumlar yapıyor.
CHP yöneticilerinin eşleri ve kadın CHP yöneticileri Demirtaş’ın metinlerinden oluşan bir tiyatro oyununu izlemeye gitmişler.
Burada maksat belli.
“CHP terör ile arasına mesafe falan koymuyor” diyor ama bunu “sinsi” bir çakallıkla, moda tabiriyle “sübliminal” bir biçimde hallediyor.
İyi de sayın yazar, sen de aynı Demirtaş’la bağlama çalıp, türkü söylüyordun.
Demirtaş o gün neyse bugün de o.
Değişen tek şey senin patronun ve senin görevin.
*
FETÖ’cü yargıyı ben mi Fenerbahçe’ye üye yaptım Ali Bey!
Pazar günü Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Koç’a birkaç soru sordum.
Makul Fenerbahçeliler soruları yerinde buldular.
Fanatikler ise kızdı.
Çünkü okuduklarını anlamamışlar.
Ben Ali Koç yalan söylüyor demiyorum.
Zorlu buluşması, MHK Başkanı ile 30 yıllık yakın ilişkisi gibi konularda ben Ali Bey’in söylediklerine inanıyorum.
Ben sadece şunu soruyorum:
“Aynı durum başka bir takım için söz konusu olsa ne derdiniz!”
Ali Koç’un tarzını, tavrını bilenler ne diyebileceğini tahmin ediyorlar elbette.
Bu arada Ali Bey çıkıp yine FETÖ masalları anlattı.
Bakın arkadaşlar bu FETÖ rezaleti konusunda hiçbir kulübün öbürüne söyleyeceği bir şey yok.
Açın bakın bakalım FETÖ’den yargılanan ve mahkum olan futbolcular listesine. Kim var, kim yok görün.
Ali Bey’in FETÖ ile mücadeleyi biz başlattık palavrasını da ben yemem.
Yargıdaki FETÖ’cüleri, Fenerbahçe’ye açılan Şike Davası’nın savcısı Mehmet Berk’i, meşhur FETÖ’cü Fikret Seçen’i ve daha bir alay FETÖ’cü hakim ve savcıyı Fenerbahçe’ye üye yapan ben değildim herhalde.
Galatasaray ve diğer kulüplere de sirayet etmemişlerdi demiyorum.
Ama siz de farklı değildiniz.
O yüzden aklımızla alay etmeyin.
NOT: Galatasaray’da 2. Başkan olduğum dönemde o zamanki adıyla Fetullahçı futbolcuları temizlemeye çalıştığım için o zamanlar FETÖ’ye Fetullah Hocaefendi diyen medya tarafından ne hale getirildiğimi hatırlayanlar vardır herhalde.
*
Hoş değil ama yazılır
Mustafa Sandal bir kitap yazmış ve eski aşkları dahil her şeyi anlatmış.
Şimdi ağır bir eleştiri bombardımanı altında.
“Nasıl ifşa edermiş”
Vallahi nasıl eder ben bilmem ama bütün dünyada ünlüler ya da eski ünlüler böyle kitaplar yazarlar ve her şeyi açık açık anlatırlar.