Casusluk en kullanışlı suçlamadır.
Türkiye’de kimler kimler casuslukla suçlanmadı ki!
Bugün hâlâ siyasette etkin olup da, bir zamanlar “Casustur casus” denilenleri yazsak ağzınız açık kalır.
Milli İstihbarat’a çalışanları bir yana, BND’ye, MI6’e çalıştığı iddia edilenler bile vardı.
Ki bir bölümünü zaten siz de duymuşsunuzdur.
Bir dönem FETÖ kumpasları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, özellikle de önemini bugün daha iyi anladıkları Deniz Kuvvetlerimizin neredeyse tamamı “Casus” diye içeri atılmıştı FETÖ güçleri tarafından.
Öyle ki, komutan yapılacak Amiral bulunamıyordu Deniz’de.
Dava biraz daha sürse, asteğmenden Deniz Kuvvetleri Komutanı yapacaklardı.
Gazeteciler de bu kullanışlı suçlamaya her dönem maruz kaldılar.
Gençler hatırlamaz, bugün arkasından ağıt yaktıkları Uğur Mumcu’ya da “MİT Ajanı” derlerdi sağlığında.
Ama hiçbir dönem FETÖ dönemi kadar ajanlıkla suçlanan olmadı.
FETÖ’nün en büyük silahı idi.
FETÖ’cü değilsen ajandın.
Neyse ki, alçakça bir darbeye kalkıştılar da bu saçmalıkların sonu geldi artık diye düşünmeye başladık.
Gelmemiş anlaşılan.
Yine başladı ajanlık suçlamaları.
İki gazeteci bu suçlama ile tutuklandı.
Kimseyi peşin peşin savunacak halim yok.
Bekliyoruz.
Bakalım tutuklamaya karar verenler bu gazetecilerin kimin için ajanlık yaptığını elde ettikleri bilgileri kime verdiklerini iddianameye koyabilecekler mi?
Yoksa “Ajandır ajan” diye FETÖ’vari bir yargılama mı olacak.
Dava açtılar, pişman oldular
Yıllardan beri atıklar, çevre kirliliği, hormonlu gıdalar, hayvansal üretimde kullanılan hormonlar, büyükbaş hayvanlara uygulanan antibiyotiklerin insan sağlığı üzerinde yarattığı tehlikeler üzerine toplumu bilinçlendirmek için kendi olanaklarıyla büyük bir mücadele yürüten bir dostumuz var.
Mustafa Ezici.
Sanayici bir ailenin ferdi olmasına rağmen, kendi parası, kendi imkanları ile böyle bir duyarlılık yaratma çabası içine girdi.
Bir ölçüde başarılı oldu ama hiç destek görmedi.
Mustafa Ezici, iki sene kadar önce Türkiye’nin tanınmış iki tavuk üreticisinin atık yağlardan üretilen ve bioyakıt ya da boya sanayi hammaddesi olarak kullanılması gereken ve kanserojen özellikleri olan bir yağı, tavuk yemi imalatında kullandıklarını ifşa etti.
Normalde soya yağı kullanılması gerekirken, daha ucuz olduğu için atık yağdan üretilen bu yağı kullanmışlardı.
Her iki tavuk üreticisi firma bu ifşa üzerine Mustafa Ezici’yi büyük tazminat talebi ile mahkemeye verdiler.
Davalar görüldü.
Ve biri sonuçlandı.
Mahkeme konuyu enine boyuna araştırdıktan sonra davacı tavuk üreticisini suçsuz buldu.
Tazminat talebini reddettiği gibi, tavuk üreticisine bir de ağır para cezası uyguladı.
Diğer dava da sonuçlandıktan ve kesinleştikten sonra ben de bu iki firmayı açıkça yazacağım.
Tuzakta bir profesör
İktidar partisi, rakibini o kadar iyi tanıyor ki, hiçbir şey yapmadan sadece rakibin yaklaşımları üzerinden siyaset yaparak başarılı oluyor.
Biraz izanı olan herkes, Ayasofya’yı ibadete açma tartışmasının hem tabana mesaj vermek hem de ana muhalefeti için “Bakın bunlar imansız“ demek için başlatıldığını biliyor.
Ve ana muhalefet ana gövdesiyle bu tuzağa atlamasa bile, kanadını kaptırıyor.
Çok sevdiğim Profesör Kaboğlu, tam da Ayasofya’yı gündeme getirenlerin istediği şekilde “Ayasofya müze olarak kalmalı ama yetmez Sultanahmet de müzeye dönüştürülmeli” diyor.
İktidar destekçilerinin para verse söyletemeyeceği bir lafı gönüllü olarak ediyor.
Hiçbir gücü, hiçbir etkisi olmayan bu söz şimdi muhalefetin zayıf karnı haline geliyor.
İktidar ise müthiş bir avantaj elde ediyor.
İktidara yaranmak isteyen kim varsa şimdi Kaboğlu’nu hedef olacak.
CHP’yi suçlayacak.
Bu kadar kolay tuzağa düşen birinin siyaset yapması galiba pek doğru değil.
Hem müze hem cami
Ayasofya’nın ibadete açılması için çok da karmaşık ve zorlu bir süreç gerekmediğini, sadece ve sadece Cumhurbaşkanlığı kararı ile, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek imzalı bir kararı ile Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılabileceğini yazdım dün.
Hem konuya hem de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yakın bir dostumdan aldığım bilgi şöyle:
Ayasofya’nın ibadete açılması uluslararası bazı sorunlara neden olacağı için bunlar üzerinde bir çalışma yürütülüyormuş.
Fakat ibadete açma kararı kesinmiş.
Cami olarak kullanımı devam edecekmiş ama müze olarak da gezilebilecekmiş.
Bunun üzerine bir planlama yapılıyormuş.
Muhtemelen orta bölümde ibadet yapılırken, bunu çevreleyen alan müze olacakmış.
“Peki mozaikleri ne yapacaksınız, cemal görünen yerlerde namaz kılınması sakıncalı değil mi? Yusuf Halaçoğlu Hoca yok diyor ama tam minberin üzerinde bile Hz. Meryem ve Hz. İsa tasvirleri var.”
“Muhtemelen yüz bölümleri bir örtü ile kapatılır. Başka türlü olmaz” dedi.