Bizim bildiğimiz "Vakıf” şu idi:
Varlıklı veya nispeten varlıklı kişiler, yapmakta oldukları kimi işlerin özellikle de hayır işlerinin ölümlerinden sonra da sürmesi için sahip oldukları para, mal ve mülkü kâr amacı gütmeyen ve kârını da aynı hayır işlerinde kullanmak için eden bir yapı kurarlardı. Buna da vakıf denirdi. Bir tür Doğu tipi kurumsallaşma olarak da görülürdü.
Devlet de bu tür vakıfların ortaya koydukları hizmete bakar eğer bu hizmetler toplum yararına olarak kabul edilecek düzeyde ise bu vakıfları “kamu yararına hadim” vakıf ilan ederek vergiden muaf tutardı.
İslam anlayışında ise vakıf denen kavramın temeli Hazreti İbrahim’e kadar gider.
Hz. İbrahim’in “Allah’ın adını anması” karşılığında tüm mallarını Cebrail Aleyhisselam’a bağışladığı Cebrail Aleyhisselam’ın bunları alamaması üzerine bu mallarını vakıf haline getirerek, hayır işlerine vakfettiğine inanılır.
Yani işin özü vakıf dediğin şey vatandaşın kendi malını mülkünü vakfetmesi ile olur.
Her şeyin cılkının çıktığı ülkemizde ise “Vakıf” artık bambaşka bir anlama bürünmüş.
Bunu da en iyi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün söylediklerinden anladık.
Türkiye’de vakıf artık şöyle bir şey:
Eğer etkili bir konumda iseniz, hiçbir malı mülkü olmayan kağıt üzerinde bir “Sözde” vakıf kurun.
Malınızı mülkünüzü bağışlamanıza gerek yok. Elinizdeki kamu gücünü ya da kamu gücünü etkileme gücünüzü kullanarak devlete ait bir mülkü ya da malı kendinize tahsis ettirin.
Sonra bu tahsisi teminat göstererek kamu bankalarından ya da fonlarından para alın.
Kamu kaynaklarıyla ortaya çıkan bu vakıfı babanızın malı zannedin.
Yakınlarınızı, sevdiklerinizi oraya yönetici yapın.
Onlar sizin meşrebinize uygun işler yapsınlar, siz o işlerin yarattığı güçten ve ortamdan yararlanın.
Kamu kaynağı ile yani sizin benim param ile dev bir organizasyonun başına geçin.
Buna da Vakıf deyin.
Birisi bana söylesin.
Hayır bunun neresinde.
Hasenat bunun neresinde.
İyilik bunun neresinde.
İnandığınızı iddia ettiğiniz din, İslamiyet bunun neresinde.