Küçücük bir kız çocuğuydu Narin.
Aile içi korkunç ve muammalı bir cinayete kurban gitti.
Cinayetin nedeni de cinayeti tam olarak kimlerin işlediği de belirlenemedi.
*
Narin cinayeti...
- Bütün değer hükümlerimizi altüst eden inanılmaz bir cinayettir.
- Çocuk ve aile arasındaki doğal bağı, darmadağın eden korkunç bir cinayettir.
- Geride koskocaman bir “neden” sorusu bırakan akıl almaz bir cinayettir.
*
Duruşmalar başladığında benim yaşadığım en büyük endişe şu:
Belirsizlik, katillerin yırtmalarına yol açabilir mi?
*
İddianameye göre Narin öldürüldüğünde cinayet mahallinde dört kişi vardı:
Amca, abi, anne ve Nevzat denilen adam.
Savcı, bu dört kişi için ağırlaştırılmış müebbet istedi.
*
Gözümüz, kulağımız, dikkatimiz duruşmada.
Adaletten beklentimiz şu:
*
Bu caniler, kendilerine emanet olan bir kız çocuğunun canına kıymanın hesabını vermeliler.
Hiçbiri yırtamamalı.
Burunlarından fitil fitil gelmeli.
Narin adına.
Bütün kız çocukları adına.
GÜLBEN ERGEN’E NEDEN TEPKİ GÖSTERİLDİ
KİMSENİN dikkatini çekmeyen, kıyıda köşede kalmış önemli bir vicdan davası söz konusu olduğunda...
Gülben Ergen gibi popüler bir sanatçının sırf o davaya dikkat çekmek için mahkeme salonuna girmeye çalışması, büyük önem taşır.
*
Ama Narin davası öyle bir dava değil ki.
- Zaten bütün dikkatler o davanın üzerinde.
- Zaten bütün medya orada.
- Zaten bütün avukatlar orada.
* Zaten bütün kadın dernekleri orada.
*
Yani Gülben Ergen, oraya giderek davaya dikkat çekmiş olmuyor. Kendine dikkat çekmiş oluyor.
Mahkeme salonunda gördüğü tepkinin temel nedeni budur.
ÜSLUPSUZ, NEZAKETSİZ BİRİNDEN KAHRAMAN ÇIKARMAYA ÇALIŞIRSANIZ
“DİLRUBA” isimli şahsın tutuklanması karşısında söylenebilecek tek bir cümle vardı.
O da şuydu:
*
“Sokak röportajında pek de tasvip edilmeyecek şeyler söylemesine rağmen tutuklanması yanlıştır.”
*
Bunu yapmadılar.
Şunları yaptılar:
- “Hepiniz beyni emcüklenmiş geri zekâlılarsınız” diyen birine “kahraman” muamelesi çektiler.
- “Cumhurbaşkanı” ile “ahır” kelimesini yan yana getiren böyle bir şahsı, protokollerinde ağırladılar.
- Avam mı avam, bayağı mı bayağı, leş mi leş bir üslupla konuşan biri için “Atatürk’ün korkusuz kızı” dediler.
*
Bunları yaptılar da ne oldu?
Karşılığında Dilruba denilen üslupsuz şahıs, CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel’e sosyal medya hesabından kocaman bir “yuuuuuuhhhhh” çekti.
Kendisine yönelik hiçbir ithamda bulunmadığı halde Özgür Özel’e bunu yaptı, bunu yapabildi.
*
Üslubu düzeysiz, dili leş, yaklaşımı bayağı birinden “kahraman” çıkarmaya kalkışırsanız.
O düzeysiz üslup, o leş dil, o bayağı yaklaşım, dönüp dolaşır sizi bulur.
Nitekim buldu da.
ÖZGÜR ÖZEL’İN LİDERLİĞİNİN 7 KUSURU
- BİR: Çok konuşuyor, her konuda konuşuyor.
*
- İKİ: Parti içindeki liderliğini bir türlü pekiştiremiyor.
*
- ÜÇ: Tek bir mesaja vurgu yapmak yerine günde bin tane mesaj veriyor.
*
- DÖRT: Anlık kararlar alıyor, anlık tepkiler veriyor, anlık açıklamalar yapıyor.
*
- BEŞ: Her iddiaya cevap yetiştirmeye çalışıyor. Müsavat Bey’e de o cevap veriyor, Dilruba adlı şahsa da.
*
- ALTI: Kanıtlanması imkânsız sansasyonel iddiaları dile getirmeyi seviyor.
*
- YEDİ: Bazı otobüslere binmemesi gerektiğini bilmiyor.
MOR VE ÖTESİ’NDEN YALANLAMA
MOR ve Ötesi’nin 19 Mayıs konseri için Ankara Belediyesi’nden 71 milyon lira aldığına dair bir iddiayı yazmıştım dün.
*
Bu iddiayla ilgili olarak Mor ve Ötesi’nden, “biz böyle bir para almadık” şeklinde bir yalanlama geldi.
*
Ne kadar aldılar? Anlaşma kaç lira üzerinden yapıldı? 71 milyon nereden çıktı?
Bu soruların yanıtları tam olarak ortaya çıkmış değil ama ben yine de Mor ve Ötesi’nin net yalanlamasına yer vermek zorunda hissettim kendimi.
KAMALA’CILAR NEDEN ANTİPATİKTİLER
- Çünkü çok steril, çok seçkinci takılıyorlardı.
- Çünkü buyurgan ve aşağılayıcıydılar.
- Çünkü kendileri gibi olmayanlara karşı kibirliydiler.
- Çünkü habire kimlik siyaseti, habire cinsiyet siyaseti yapıyorlardı.
- Çünkü halkın gerçek sorunlarına gözlerini kapatmışlardı.
- Çünkü sürekli öğreten halleriyle ahaliyi bıktırmışlardı.
- Çünkü Trump’ın seçmenine “çöp” muamelesi yapıyorlardı.
- Çünkü “kürtaj” der işi bitiririz havasındaydılar.
- Çünkü 1990’larda kalmış bir esintinin peşinden gidiyorlardı.
- Çünkü eski ezberlerinde en küçük bir değişime gitmeye bile tenezzül etmiyorlardı.
- Çünkü iddia ettikleri kadar ilkeli falan olmadıkları ortaya çıkmıştı.
NOBEL’İNİ AL DA GİT
DARON Acemoğlu, Nobel aldı.
Sevindik, mutlu olduk, kutladık, “yaşasın” dedik.
*
Fakat Nobel, nedense Daron Bey üzerinde “sevimsizleştirme” etkisi yaptı.
*
En son “Türkiye’de çalışsaydım Nobel alamazdım” falan diye bir demeç vermiş.
Ne gerek var ki böyle şeylere?
*
Aldın işte Nobel’ini. Mutlu olsana. Yetinsene.
Bu bir türlü yatışmaz kişilik yapısı da neyin nesidir?
Bu bir türlü tatmin olamama durumu da nereden çıkmaktadır?
*
Yani ille de “Tamam kardeşim, al Nobel’ini de git” türü bir çirkinleşme içine mi girmemiz bekleniyor?