Anayasa profesörüdür. Ciddidir. Halim selimdir. Naziktir. Demokrattır. Hukukun teknik detaylarına girmeyi pek sever. Üslubu düzgündür. Çalışkandır. Takipçidir.
*
Fakat bir kusurcuğu var İbrahim Kaboğlu’nun...
Siyaset bilmiyor.
İlm-i siyaset hiç bilmiyor.
*
İşte bakın ne yapmış:
CHP adına Meclis kürsüsünde Ayasofya konusunda konuşurken...
“Küt” diye şöyle bir cümle kurmuş:
“Sultanahmet Camisi de müze olsun.”
*
Söylediği kelimesi kelimesine şu:
“Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı hatta Sultanahmet Camisi de müze olmalı. Çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil. Kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar.”
*
CHP sözcülerinin tümü...
Ayasofya konusunda halkta oluşan duyarlılığı hesaba katarak fazla ileri geri laflar etmekten kaçınırken...
Bizim İbrahim Kaboğlu Hoca’nın yaptığına bakın hele.
*
CHP karşıtlarının arayıp da bulamadıkları şahane bir malzeme bu!
Zaten onlar da tadını çıkarıyorlar malzemenin.
*
Akademisyenlerden genellikle çok kötü siyasetçiler çıkmıştır.
İbrahim Kaboğlu da bunun en çarpıcı örneklerinden sadece biri.
MUHARREM İNCE’NİN AYASOFYA GÖRÜŞÜ
DÜN sordum Muharrem İnce’ye...
“Ne diyorsunuz Ayasofya tartışmalarıyla ilgili olarak?” dedim.
*
İki maddede özetledi görüşünü.
*
- BİR: Ayasofya bizimdir. Ne Rusya’dan ne Yunanistan’dan talimat alacak değiliz. İster müze yaparız, ister cami yaparız. Onun kararını biz veririz.
*
- İKİ: Cami olmasıyla ilgili tek bir kaygım var: Balkanlardaki Osmanlı mirası camilerimizi kaybetme tehlikesi doğar mı? Beni kaygılandıran tek husus budur.
BEYAZ TV muhabiri, bir mekân çıkışında Emre Kınay’a mikrofon uzatıp soruyor:
*
“Gece saat 24.00’ü geçtiği halde mekândasınız. Belediye başkanı seçilseydiniz böyle bir duruma müsaade eder miydiniz?”
*
Emre Kınay’ın bu soruya karşı yaptıkları şunlar:
Köpürme... Kabalaşma... “Tutmayın beni” havaları... Bağırma... Çağırma... “Sen kimsin” diye çıkışma... Muhabirin üzerine yürüme...
*
Fakat ben bunlardan ziyade, Emre Kınay’ın muhabiri aşağılarken söylediği şu cümlelere takıldım:
*
“Bu maaşa yapılacak iş değil bu. Gel benimle çalış, kimse saat kaçta dışarıda olacağıma karışmıyor. Annem, babam karışmıyor, sen kimsin geri zekâlı!”
*
Kendisine sürekli “efendim” diye hitap eden, terbiyesini hiç bozmayan, “siz” demekten asla kaçınmayan magazin emekçisi bir muhabiri...
Maaşı üzerinden aşağılayan, görgüsüz bir komprador edasıyla “Gel sana iş vereyim” diye küçümseyen ve ağır hakaret eden bu Emre...
“Ben sosyalistim” falan diye hava basan Emre değil mi?
*
Azıcık mürekkep yalamış tipik kapitalistlerin kendilerini sosyalist sanmalarından illallah!
‘TEK ADAM’ DİYE DİYE ‘TEK ADAMLIĞA’ GEÇTİLER
CHP tarihinde bir ilk yaşandı.
İlk kez CHP’nin grup başkanvekilleri, seçimle değil Kemal Kılıçdaroğlu’nun atamasıyla seçildi.
Erdal İnönü zamanında, Murat Karayalçın zamanında, Deniz Baykal zamanında, Altan Öymen zamanında seçimle belirlenirdi grup başkanvekilleri.
*
Hatta şöyle bir olay bile yaşanmıştı:
Murat Karayalçın ile Aydın Güven Gürkan, genel başkanlık için yarışmışlar, kazanan Murat Karayalçın olmuştu.
Karayalçın’ın milletvekili olmaması nedeniyle CHP Grup Başkanlığı seçimi yapılmıştı. Aydın Güven Gürkan aday olup kazanmıştı. Sonuçta Karayalçın da Gürkan’la çalışmak zorunda kalmıştı.
CHP, işte böyle bir demokratik kültürden geliyordu. Bu kültürü yıktılar.
*
Merak ettiğim husus şudur: Seçimi bırakıp atama modeline geçen CHP’de, milletvekilleri bundan sonra ağızlarını doldura doldura nasıl “tek adam” eleştirisi yapacaklar? Yapsalar da ne derece inandırıcı olacaklar? Kendi dar egemenlik alanında “tek adamlık” uygulayanlar, egemenlik alanları genişleyince de “tek adam” olmayacaklar mı?