Salih Topuk! O bir Cumhu- riyet Öğretmeni, O bir Köy Öğretmeni, O Ülkesi için yüreği yanıp tutuşan bir Köy sevdalısı.
O, köye gitmek, köyde görev yapmak istedikçe gülenler oldu ama o, ısrarla köyde kalmaya, köyünü aydınlatmaya, üretim kervanını büyütmeye devam etti. O mücadeleyi başka bir yazıda ele alacağız.
Peki, niye mi?
Çünkü, O, Atatürk ve ülke sevdalısı bir Cumhuriyet Öğretmeni.
Neden mi?
İşte cevabı:
Hata yapıldı!
“İlkokulda okurken öğretmenimiz bize bir okul şarkısı öğretmişti. ‘Orada Bir Köy Var Uzakta’ diye. Ahmet Kutsi Tecer’in bir şiiriydi bu. Kimileri eleştirdi bunu. Gitmediğimiz köy, gitmediğimiz yer bizim olmaz diye. Ama elbet gün gelecek gidecektik o köylere. Medeniyeti, aydınlanmayı, üretimi götürecektik. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet Rejiminin en büyük hedefiydi köylüyü aydınlatmak, köylüyü kalkındırmak, köyü geliştirmek. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk köylerde eğitime büyük önem vermiştir.
‘Köylü milletin efendisidir’ sözüyle, o dönemde ülkenin tek üretici gücü olan köylünün önemini, değerini belirtmiştir.
Vatanımızı işgalden kurtaran da köylerdeki bu yoksul, mazlum insanların ayağa kalkmasıdır.
Atatürk o dönemde köylünün üretici gücünün önemini şu sözleriyle de vurgulamıştır:
‘Eğer milletimizin büyük bölümü çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya üzerinde olmayacaktık.’
Atatürk, bu değerli insanları, çağdaş uygarlık yolunda aydınlatabilmek için, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun temelini attı.
Köy çocuklarını bu yatılı okullarda eğittik, her köye bir öğretmen göndermeye başladık.
Köylere giden öğretmenler kendi okuduğu Köy Enstitüleri’nin inşaatında çalıştığı gibi, gittiği köylerde de köy okullarının yapımında çalıştı.
Köylüyü çağdaş uygarlık yolunda aydınlatmaya, köydeki üretimi geliştirmeye, modernleşmesine katkıda bulunmaya, sağlık sorunlarını çözmeye başladı.
Köylerde, devletimizin, milletimizin bağımsızlığının sembolü olan Türk Bayrağı okullarda dalgalanmaya, İstiklal Marşımız okunmaya başladı. Milli bayramlar kutlanmaya başladı. Bayramlarda el ele halaylar çekilmeye, zeybekler oynanmaya başladı, neşeyle, coşkuyla, gururla. İşte bunlar; birliği, beraberliği, kardeşliği, sevinç ve keder duygularını birlikte yaşamayı, kısacası millet olmayı öğretti bize. Çağdaş uygarlığa erişmenin yolunun eğitimden, aydınlanmadan, üretimden geçtiğini öğretti. Yükselmenin yolunun, Atatürk’ün yolu olduğunu öğretti bize.
Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz ama biliyor musunuz? Bugün yurdumuzun belki de binlerce köyünde İstiklal Marşı okunmuyor. Milli bayramlar kutlanmıyor. Devletin, milletin bağımsızlığının sembolü olan Türk Bayrağı dalgalanmıyor.
Neden mi? Çünkü köylerdeki okulları kapattık. Köylerdeki aydınlanmanın sembolü olan öğretmenlerimizi geri aldık. Hâlâ daha, öğrenci sayısı 10’un altına düşse de şu köyün de okulunu kapatsak diye bakar olduk.
Köylerde öğrenci sayısı 5’e düşse bile okullar açık tutulmalı, kapatılan yüzlerce köy okulu tekrar açılmalıdır.
Yurdumuzda tarım ve hayvancılık üretiminin motor gücü olan köylülerin, tekrar köylerine dönüp, toprağına, hayvanına sarılmasının yolları aranmalı, bu konuda projeler hazırlanmalıdır.
Kırsal kalkınma için tarım, hayvancılık, gıda, sağlık alanlarında; sanayi sektörünün gelişmesi için motor, inşaat, elektrik gibi alanlarda mesleki ve teknik eğitimin yapıldığı yatılı okullar açılmalı. Bu okullarda bilhassa köy çocukları eğitilmelidir.
Dinimizi öğrenmek ve öğretmek için açtığımız İlahiyat Fakülteleri gibi; tarımın, hayvancılığın öğretildiği uygulamalı üniversiteler açılmalıdır.
Kurtuluşumuz tarımda, hayvancılıkta ve bunlara bağlı sanayidedir. Şunu iyi biliniz ki; ithalat bize suni teneffüs olur. Yaşamamızı sağlamaz...”